Canım sıkılınca bir yazı yazmak için hamaktan kalktım. Tableti aldım. Bu tablete bağlı kulaklığı alayım da yazarken bir şeyler dinleyeyim dedim. Kulaklık kayıp. Aradım kayıp, taradım kayıp, buzdolabına baktım, çantaları döktüm, buzdolabına kafamı sokup tekrar dikkatlice baktım, bu havalarda her şey buzdolabına girmiş olabilir. Yok. Vazgeçtim. Fiyatı neydi bunun ya. Dışarıda düştü kesin, o garson almıştır, şimdi evinde yattığı yerden telefonunda salak videolar seyrediyordur diye suçluyu bile buldum.

Sonra bu vazgeçmişlikle içimden garsona kırgın, ne kadar para verdiğimi hatırlamaya çalışırken hamağa dönünce baktım siyah bir kutu duruyor işte orada. Cebimden yattığım yere düşmüş.

Simyacı romanına para veriyorsunuz, ben burada bedavasını yaşıyorum. Aradığın şey kendi içinde. İçinde değilse de yattığın yere düşmüş işte.

Bu içine bak muhabbetine inanmayışımın sebebi de bunun artık normal hale gelmesi. Elindeki telefonu arar mısın, arıyorum ben. Elimde kalem dururken döne döne kalem arayıp, bulamayınca, Allah kahretsin, telefona yazayım bari dediğim vaki. Neticede dermanım içimdeyse de bulamayacağım aşikar. Benim dermanım ne içeride, ne dışarıda.

Bu dalgınlık adi vaka ama bir şeyleri gerçekten kaybetmek uğursuzluk anlamına geliyor benim için. Hayatımda bir şeylerin değişeceğini kayıplardan çıkarıyorum. Matara kaybedince arkadaştan, anahtar kaybedince evden ayrılacaksın.

Kulaklık kaybedince de işitmen iyice zayıflayacak demek herhalde. Geçen sene de olmuştu, o zamankini bulamadım, daha da sağırlaştım mı? Ondan sonra bir daha oldu sanırım. O ucuz muydu, yoksa oğluma verdim de hatırlamıyor muyum? Hala duyabildiğime göre gerhalde bu kayıpların sağırlıkla alakası yok.

Neyse de, kulaklığı ararken eskiden cinci hocalar vardı, böyle kayıpları falan buluyorlardı üstünden sabah namazı geçmeden, nasıl yapıyorlardı acaba, gerçek miydi diye düşündüm. Cinci hoca olsa da sorsak. Nereye gitti benim bu yıllarım?

Canınız sıkılınca ne yaparsınız? Ben işte böyle yazılar yazıyorum. İnsanların arayacakları biri oluyormuş. Benim hayatımda böyle biri olmadı. Şu kadar senedir canım sıkılıyor demek için kimseyi aramadım. Arayacaksam da önce canımın sıkıntısının geçmesini bekledim. Dertlerin paylaşarak azalacağını kim uydurduysa, anlaşılmadığına şahit olduğundaki hayal kırıklığının derdi birkaç katına çıkardığını ve bu riski almaya gerek olmadığını hiç tecrübe etmemiş. Benim dertler üzerinde üretilen laflar miktarınca artıyor genelde. Yapılacak şeyler belliyken fazla konuşmanın bana bir faydası olduğunu görmedim.

Aslında yazıya Rosenberg'in kitabında bugün dinlediğim ihtiyaçlarınızdan söylerken, Noel Baba gibi hediye verdiğinizi düşünün sözü üzerinden başlayacaktım. Bu kayıp kulaklık girizgahı aldı başka bir yere götürdü.

Kendi ihtiyaçlarının ne olduğunu ifade etmek yerine, onları yok etmeyi tercih eden biri için hayli zor bir bakış bu: Sana bir hediye veriyor ve ihtiyacımdan bahsediyorum. Yük değil, angarya değil, ihtiyaç duyduğumu söylemem bir hediye, imiş.

İki kere doğru mu anlıyorum diye yeniden dinledim. Noel Baba'dan ister gibi değil, benim ihtiyaç ve isteklerim senin için hediyedir gibi. Sanırım bu zamana kadar kimseden böyle bir istekte bulunmadım. Yürürken zemine ağır gelip gelmediğinden endişe eden biri için hayli uzak mesafe bu.

Adamın neden bahsettiğini bildiğini kabul ediyorum ama canı sıkılınca beni dinlemene ihtiyacım var diyecek birisi bile olmayan birine verilecek ödev değil bu hocam.

[Menfez] #günlük #kayıp #kulaklık #Marshall Rosenberg #non-violent communication