Midemizin açlıktan çok fazla yemekten rahatsız olması gibi, zihnimiz de bilginin yokluğundan ziyade çokluğuyla rahatsız olur demiş. Söyleyen adam kimmiş diye baktım, portresi mesture bir babanneye benzeyen 14. yüzyıl adamıymış. O zaman bunu söylediyse, şimdi görse zihnimizin nasıl olup da iflas etmediğine hayret ederdi.

Belki de zihnimiz iflas etmiştir. İnsan düşündüğünü bilebilir mi? Yarın düşünmeyi bıraksam anlar mıyım? Eskiden herhalde derdim ama o kadar emin değilim artık. İnsanların düşündüğünden de emin değilim, düşünmek de bir taklit meselesi. İnsanların önemli bir kısmı hayatını taklitle geçiriyor, en fazla kimi taklit edeceklerini düşünüyorlar.

Kolay olan da bu zaten. Nöronlarını verimli kullanmak. Ben bu tekerleği yeniden icat etmeye yeltenen yazılarım bu manada hayli verimsiz yazılar. Ortama bakıp, bunlardan hangisini taklit etsem diye azıcık kafa patlatsam ve onların konuştuğu konuları azıcık değiştirip konuşsam daha kolay olurdu her şey.

Verimlilik bu konuda doğru bir hedef mi bilmiyorum. Ancak mutluluk konusunda hayli işe yarayacağını düşünüyorum. Birini taklit edince doğal bir kitle de ediniyorsun, taklit ettiğin kimsenin hazırladığı zeminde, onun ürettiği sözlerin yanına onun kelimeleriyle yeni legolar yapmak mümkün oluyor. Kolay hayat. Akademi de böyle mesela, kimse senden sıfırdan bir meseleyi çözmeni beklemiyor, bir meseleyi çözmeni beklemiyor hatta. Varolan bir müktesebatın orasına burasına ufak eklemeler ve renovasyon bekliyorlar. İnnovasyon yapmaya çalışırsan hayatın zorlaşıyor ve kimse seninle uğraşmak istemediği için kabahatlerin çoğalıyor.

Bunda da haksız olduklarını söylemek zor. Kimse kimsenin innovasyonuna zaman ayıracak durumda değil. Neticede nereye varacak, yeni bir Einstein mı olacaksın?

Bugün Einstein'ın yazdığı yüzün üzerindeki bilimsel makaleden sadece birinin hakem kontrolünden geçtiğini okudum bir yerde. Adam da o dergiden nefret ettiği için bir daha göndermemiş. Hakemli dergi son yüzyılın icadı. Çünkü beklenti renovasyon işte, editörlerin onu bile kontrol edecek zamanı yok, tecrübeli (olduğunu düşündükleri) birini bulup paslıyorlar.

Böyle bir dünyada bilimin güvenilir olmadığına şaşmamak lazım ama kötü ve daha kötü arasında karar verdiğimiz durumlardan biri bu. Bilimsel faaliyetin gerçekle, doğruyla alakası teğet geçiyor. Öyle bir hedef eskiden varmış ama artık akademik kariyer bütün bu hedeflerin üstünde. Tez bitti mi, kaç makale yazdın, kaç atıf aldın, falan. Atıflar da sosyal medyadaki layklar gibidir eminim, laykladıklarından daha çok layk alıyorsundur. Ne kadar çok atıf yaparsan, o kadar çok atıf alırsın.

Çocuklara eleştirel düşünceyi öğretmeliyiz diye bazı laflar okuyorum. Bugün de kırk alimi bir delille ikna ettim de, bir cahili kırk delille ikna edemedim mealindeki İmam Şafii'ye atfedilen sözün devamında böyle bir dilek vardı. Doğru aslında. Mesela bu iki konunun, dini ilimlerle eleştirel düşüncenin yanyana iyi gitmediğini söylemek için bir miktar eleştirel düşünce lazım. Şafii'nin sözünün de kırk alime tek bir delille renovasyon yaptım ama bir cahil doktrinden bihaber olduğu için uğraşmam fayda vermedi gibi anlıyorum hep. Alim/cahil arasındaki fark nedir bilhassa İslami ilimlerde? Özetle bizim ekolce doktrine edilmişler alim, diğerleri cahildir. Bu genel kaideye eleştirel düşünceyi eklerseniz ortada alim kalmaz, hepsi birbirine girer ama siz bilirsiniz.

Bu sebeple olacak insanların düşünmeyişlerinden eski şikayetim yok. Gerektiği kadar düşünüyorlardır, eminim. Düşünmüyorlarsa gerekmediğindendir. Düşünün, gerçeği bulacaksınız boş bir iddia. Bunu düşündüğünü sanan düşüncesizler söylüyor. Sen düşünceyle imanını bir araya getirip, onun çilesini azıcık çek de gör, eleştirel düşünce diye bir hedefin kalıyor mu?