Kırkyedi sayısına bir hassasiyetim var. Bence yaşam, evren ve her şeyin anlamı 42 değil, 47 ama Douglas Adams tecahül yapmış.

Gece 02:47'de Ağustos ayı boyunca 47 menfez yazdığımın verdiği dehşetle uyandım. Sıcak bastı. Kapılar açık, hava serin, cereyan yapıyor ama uyuyamadım. Sonra bana dehşet verenin kırkyedi değil, etrafımda haksız kimse bulunmayışı olduğunu farkettim. İnsanı horul horul dogmatik uykusundan uyandıracak kadar dehşet verici bir aydınlanma.

Zamanında FBI'da terörist müzakerecisi olarak görev yapmış Chris Voss isimli bir adamın Never Split the Difference (Aradaki Farkı Asla Bölme) diye bir kitabı var. Müzakere ve pazarlık konularını anlatıyor. Orada biriyle müzakere ederken duyabileceğiniz en iyi sözün bu doğru (that's right), en kötü sözün de haklısın (you're right) olduğunu anlatıyordu. Bu doğru karşınızdaki insanı anladığınızı gösterirmiş, haklısın da beni anlamıyorsun ama bu konuda konuşmak istemiyorum demek.

Eğer biriyle müzakere ediyorsanız yapmanız gereken kendinizi haklı çıkarmak değil, karşınızdakini anlamaktır diyor adam.

İşte gece 02:47 dehşetinin sebebi herkesin kendi haklılığını anlatıp durması ve benim de kendilerine hak veriyor olmam. Ben de şu boşanma işleri esnasında biraz böyleydim, herkese, her yere, uçan kuşa ve kaçan kediye bile ne kadar haklı olduğumu anlatıyordum ama baktım haklılığın sonu yok ve devamlı haklı olmak hayli sıkıcı bir durum. Artık haklı değilim, hele bu konularda hemen hiç haklılık merakım kalmadı.

Ancak kimseye bu doğru da demiyorum. Herkese hak dağıtmanın diğer anlamı bu konuda konuşmak istemiyorum ama neyse demek. Bunu da bilinçli yapmıyorum, adamın müzakere ettiği teröristler de bilinçli yapmıyor. Susturmaya çalışmıyorum ama konuşmaya da gönlüm yok.

Herkes ne kadar haklı olduğunu anlatıyor o sebeple. Ben de modern bir Nasreddin hoca olarak herkese hak veriyorum. Arada bir herkese hak veriyorsun, senin hiç mi fikrin yok diyene de hak veriyorum. Ne istediğini söylemezsen nasıl anlayabilirim diyene de hak veriyorum. Elimden gelen her şeyi yaptım diyene de hak veriyorum. Herkese ve herşeye, az sonra açlıktan gak gak gak uçmaya başlayacak martılara ve gün batarken sıkıntıdan takla atan komşum güvercinlere bile hak veriyorum.

You are right!

Kendime de hak verdiğim oluyor. Henüz pişmemiş, bulutsu, kalıba dökülmemiş ve dökülmesini de istemediğim duygu ve düşüncelerimi paylaşıp, daha daha çok hak vermeme sebep olacak yorumlar almak istemiyorum, onun için haklısın deyip geçiyorum. Haklısın ama sus da dediğim oluyor, kendime de, nadiren başkalarına da. Haklıyım ama susmalıyım, çünkü mesele haklılık değil, burada (kendimiz de dahil) kimseye adalet dağıtmıyoruz.

Bir insana ne kadar haklı olduğunuzu anlatıyor, ondan da haklısın cevabını alıyorsanız, ne kadar haklı olduğunuzu anlatmayı bırakmak uygun bir çözüm olabilir. Haklılık ve bilhassa über-haklılık karşınızdaki hayli sıkmış olabilir. Haklılığınızdan iflahı kesilmiş ve ciğerlerindeki son nefesle haklısın demeye çalışıyor olabilir. Bu durumda muhatabınızı anlamak veya haksız olmak mümkün değilse, susmayı deneyebilirsiniz.

Bu kadar haklı olunca susmak mümkün değil mi? Sen de haklısın.